Urfabulteni.com Bi haber olma haberdar ol
19.04.2024
Şanlıurfa / 18°C

19 Ocak 2013 - 23:59
Kendi kaleminden hayat hikayesi
Kendi kaleminden hayat hikayesi

İŞTE O YAZI

Sonradan annem anlattı. 9 Aralık 1941 gecesi, Alman Hastanesinde dünyaya gelmişim.

Kendimi bildiğimde, Erenköyde 4 dönümlük bir bahçenin içindeki, her tarafı dökülmekte olan üç katlı köşk- konak karışımı bir evde kendimi buldum. Etrafımda sadece annem Mürvet ve ağabeyim Ural vardı. Bir de tavan arasında koşuşturan fareler.

Babam, ben 2 yaşındayken kalp krizi sonucu ölmüş. Annem 42 yaşında iki çocukla dul ve beş parasız kalmış. İzzet Birand, Maliye Bakanlığı Kaçakçılık Şubesinin başındaymış. Benim tanıdığımda epeyce yaşlanmış olan köşk, babamın döneminde Erenköyün en eğlenceli yeriymiş. Zamanının en tanınmış şarkıcıları, Necmi Rıza Zobu veya Naşit ve Vasfi Rıza gibi tiyatrocuları her hafta toplanıp yemek yer, rakı içer, şarkılar söyler, oyunlar oynarlarmış. Benim hayatıma damgasını vurduğu yıllarda ise aynı köşkün ahı gitmiş vahı kalmıştı.

HAYATA TALİHSİZ BAŞLANGIÇ

Annem, babamın üç aylıklarıyla bizi ve kendini geçindirmenin çaresizliği içindeydi.

Kışları, kömür sobası etrafında toplanıp ısınmaya çalışarak geçirir, haftada bir yanan alt kattaki hamamda yıkanır, günde sadece 7-8 defa sefer yapan özel bir otobüsle, kar yağdığında yollar kapanmazsa, 1 saatlik yolculukla Kadıköye, oradan da vapurla şehre gidip gelerek yaşardık.

İşte öylesi karlı bir gece, annem 3 yaşındaki beni yıkamak için sobanın üstünde su ısıtırken, üstünden atlamaya kalkmışım ve kovayı devirmişim. Kaynar su sol bacağımı yakmış. Böylece, hayatımın gidişini etkileyen, 5 ayrı ameliyat geçirip, toplam 1 yılımı hastanelerde geçirdiğim, ölümün ucundan bir şans eseri kurtulduğum talihsizlik dizisi başlamış.

Hayat hep kötü rastlantılarla geçmez tabii. İlk şans, ilkokulu Erenköy Zihnipaşada tamamladıktan sonra 1955te Galatasaray Lisesine girmemle bana gülmüş. Gülmüş diyorum, zira o dönemlerde hiç farkına varmamıştım. Sonradan, bu gelişmenin beni nasıl değiştirdiğini anladım.

HAYATIMI DEĞİŞTİREN 4 KİŞİ

O şansı bana, dayım Mahmut Dikerdem verdi. Dışişleri Bakanlığında küçük bir diplomattı. Çok para kazanılan bir düzeyde olmamasına rağmen, ablasının küçük oğlunun eğitimini üstlendi. Annemin beni GS Lisesinde okutacak imkanı yoktu. Dayım okul taksitlerini yüklendi.

1962te Lise bittikten sonra, İstanbul Üniversitesi Filoloji Fakültesinde Fransızca bölümüne girerek eğitimimi sürdürmeyi denedim, ancak olmadı. Anamın artık takati tükenmişti. Ne yapıp edip çalışmam gerekiyordu.

İkinci şansım, Kenan İnal oldu. Koç Gurubunun önde gelen isimlerinden biriydi. Aile dostumuzdu. Vehbi Koçun benimle ilgilenmesini sağladı.

1963te önce İngiltereye ayağımdan 5 inci ve sonuncu ameliyatımı olmaya gittim. Dönüşümde de Koç Holdinge girecektim. Londraya giderken, GS lisesi yıllarımda tanıştığım Abdi İpekçi, Milliyetin Londra muhabirliğini verdi. İlginç şeyler bulursan mektupla bize bildirirsin demişti. Ben de, ameliyat bir yanda, İngilizce öğrenme ve Milliyete mektupla haberler gönderme öte yanda, 1 yılımı tamamlayıp geri döndüğüm 1964 yılı Temmuzunda, Koç Holding yerine, kendimi Milliyette buldum.Üçüncü şansımı, yani gazetecilik hayatımı, Abdi İpekçi önüme açtı. Vehbi Koç ile konuşup Bırakın bir süre bizimle çalışsın. İki dili olan genç bir insan. Üstelik gazeteciliği seviyor ve yetenekli görünüyor. Bir deneyelim. Eğer yapamazsa size geri döner deyip, Vehbi beyin onayını almıştı.

GAZETECİLİKTEKİ PARLAK DÖNEM...

Dördüncü şansım ise, Milliyette çalışırken karşılaştığım Cemre oldu. Onunla 1971de evlendim ve hayat mücadelemizi birlikte götürdük. Evlilik ile birlikte cebimizde, Milliyetin verdiği 500 dolar maaşla Brüksel maceram başladı.

Milliyetin Brükseldeki muhabiri olmak bana çok şey kazandırdı. Hem dünya görüşümü etkiledi, hem de çok şey öğrenmemi sağladı. Eğer Brüksele gitmemiş, Cemre ile orada 20 yıl süreyle yaşamamış olsaydım, bugün geldiğim yerde olamazdım.

Brükseldeki gazeteciliğimin dönüm noktası da, 1974 Kıbrıs Harekatıyla gerçekleşti. Eskiden içine kapanık ve dış ilişkileri sorunlu olan Türkiye, birden bire dünyanın gündemine girdi. Bütün gözler Ankaraya çevrildi. Hemen her yerde ilgi odağı oldu. Amerikanın silah ambargosu, Kıbrıs konusunu daha da ön plana çıkardı. Uluslararası ilişkiler, o döneme kadar görülmemiş derecede arttı. O zaman da, benim gibi dışarda çalışan gazetecilere ihtiyaç inanılmaz derecede yükseldi. Ancak ben de sadece Brükselde kalmadım, oradaki kurumlarla (NATO ve Avrupa Birliği) yetinmedim. Dışarıda yaşamanın avantajını kullandım görev sınırlarımı genişlettim.

Yıldızım parlayıverdi. 1974ten sonra sadece Brüksel değil, sürekli Washington, Atina, Strasbourga (Avrupa Konseyi için) gider oldum. Dünyam genişledi. Bilgim arttı.

Brüksel, bana sadece habercilik açısından değil, kişisel gelişim açısından da çok yarar sağladı. Çalışma randımanım birkaç misli arttı. Zamanımı da iyi kullandığımdan dolayı, art arda kitaplar yazabildim. Zira kalıcı birşeyler bırakmak istiyordum.

Brükseldeki 20 yılım, kişisel olarak üretimimin en üst düzeye çıktığı dönemdi. Yazdığım ve her biri büyük ilgi toplayan kitaplarımın listesi bunun kanıtıdır:

- 30 SICAK GÜN (1976) ve DİYET (1979) Kıbrıs harekatının perde arkasını, Türkiyenin harekat sonrasındaki dış ilişkilerini ele alan iki kitap art arda çıktı.
- BİR PAZAR HİKAYESI (Türkiye- Avrupa ilişkileri) kitabının ilk baskısı 1978de yaptı ve 2005e kadar 10 ayrı baskı yaptı ve her defasında son gelişmeler eklendi. Sonunda TÜRKİYENİN AVRUPA MACERASI (Doğan Kitap) adıyla, Türkiyenin AB tarihçesini tümüyle içinde biriktiren bir kitap oldu.
- EMRET KOMUTANIM (1986) (Türk Silahlı Kuvvetlerinin subaylarını nasıl eğittiği ve TSKnın işleyişini anlatan, TSK ile ilgili sivil biri tarafından yazılmış tek kitaptır. Milliyet Yayınları)
- 12 EYLÜL 04.00 (1983)
- APO ve PKK. (1988)

32.GÜNün GETİRDİĞİ ŞÖHRET

1985te, bir adım daha attım ve 32.GÜN adlı, aylık bir haber programını başlattım. Gazetecilik artık beni tek başına tatmin etmiyordu. Televizyon ile daha geniş kitlelere sesimi duyurmak istdedim. Uluslararası ilişkileri ele alan ve yabancı devlet adamlarını konuk eden bir program yaptım. TRTnin durağan dilinden farklı olduğu için çok beğenildi. Aslında programı, Avrupa TVlerinde gördüklerimi örnek alıp, izlediklerimden esinlenerek yapmıştım, ancak program beklemediğim oranda beğeni kazandı ve beni şöhrete taşıdı. Bu programın böylesine başarılı olmasında en büyük katkı Can Dündar, Mithat Bereket, Çiğdem Anat, Ali Kırca, Deniz Arman, Cüneyt Özdemir, Rıdvan Akar, Musa Çözen, Talip Korkmaz, Sacit Baydar başta olmak üzere, sayısız muhabir, kameraman ve teknisyenden gelmiştir.

Yıllar boyunca 32. Gün için konuştuğum ünlülerin listesi epey büyüdü (eski Fransa Devlet Başkanı François Mitterand, Avrupa Komisyonu eski başkanı Romano Prodi, eski Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac, Ürdün Kralı Hüseyin ve oğlu Kral Abdullah, Suriye Devlet Başkanı Bessar Essad, eski Irak lideri Saddam Hüseyin, Rusya Federasyonu eski başkanı Gorbachov, Yeltsin, Filistin lideri Yassir Arafat, Alman Başbakanı Helmut Kohl, Schröder ve eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, Karamanlis, Mitsotakis, Rabin, Simon Peres vs...

1986da bir adım daha attım ve Sovyetler Birliği yetkililerini, hem de Milliyeti ikna edip, Moskovada da büro açtım. Her ay Moskovaya gider ve gelişmeleri izlerdim. Tam o sıralarda Gorbaçov dönemiyle birlikte açılım başlıyordu. Moskova-Brüksel arasında gidiş gelişler bana çok katkı yaptı. Analizlerim renklendi, bilgi dağarcığım daha da derinleşti.

Bir süre sonra, TV çalışmalarımda, sadece 32.Günü yapmak da beni tatmin etmedi. Gazete haberciliği yaparken nasıl kitap yazıp kalıcı birşeyler bırakmak için çırpındımsa, şimdi de TV programı yanısıra belgesel üretmek için harekete geçtim.

1989daki KIBRIS Belgeseli, ardından DEMİRKIRAT (27 mayıs darbesini anlatan çalışma) ve arka arkaya, 12 MART-12 EYLÜL ve ÖZALLI YILLAR geldi. Bütün bunları Can Dündar ve Bülent Çaplı gibi iki dev ismin sayesinde gerçekleştirebildim.

Gazeteciliğimi ve özel hayatımı, uzun sürede en fazla etkileyen olay ise 1988 yılında Lübnanın Beka vadisindeki PKK kampında Abdullah Öcalan ile gerçekleştirdiğim ilk röportaj oldu. Öcalanla o ana kadar kimseye konuşmamıştı. İlk defa Milliyete konuşması olay oldu. Gazete toplatıldı. Röportajın yayını yasaklandı. Röportaj bir yandan da hayatımı boyunca asker ile ilişkilerimin bozulmasına neden oldu.

TÜRKİYEYE GERİ DÖNÜŞ VE KARANLIK YILLAR...

Avrupada fırtına gibi geçen ve inanılmaz gazetecilik yaşamım 1991 yılına kadar sürdü. Cemre ile artık geri dönme zamanının geldiğine karar verdik. Oğlumuz Umur da ilkokulu bitirmişti. Hayatımızı ya tümüyle Brükselde geçirecek ya da geri dönecektik. Geri dönmeyi kararlaştırdık. Avrupadaki yaşamımız ailece hepimize çok şey katmıştı ancak yetmişti.

1991in haziranında, İstanbula yerleştik ve hayatımız tümünden değişti. Doğrusunu söylemem gerekir ki, hayatımız bir yandan karardı, öte yandan da çok renklendi. Sevdiklerimize yakın olmanın keyfine kavuştuk.

İstanbuldaki yaşam asıl, uzun yıllardır çalıştığım Milliyette ayrılıp SABAHa geçmem ve 32. GÜNü de TRTden Show TVye taşımamla birlikte çok değişti. Hem o dönemlerdeki PKK terörünün artması nedeniyle esen fırtınaların arasında kaldım hem de devlet politikalarına muhalif yaklaşımım bana pahalıya mal oldu. Yıllar sonra farkına vardım ki, TRTde açılan davalarda dahi asker parmağı varmış. Yıllarca, ardı ardına gelen mahkemelerle mücadele ettim. Çok yorucu ve üzücü dönemlerden geçtim.

1997de ünlü 28 Şubat müdahelesine muhalefetim ve Kürt sorununda resmi ideoloji ve söyleme karşı çıkmam nedeniyle, asker tarafından andıçlandım. Genelkurmay Başkanlığında hazırlanmış bir komplo sonucu, SABAHtan kovuldum ve Show TVdeki programım da durduruldu. Asker, Kürt sorunuyla ilgili tutumumdan dolayı beni cezalandırmıştı. Hayatımda hiçbir zaman bu kadar acı çekmemiştim.

Bu korkunç olay, bir yandan bana çok farklı bir dünyayı da açtı.

1997 Temmuzunda, askerden korkmayan tek patron sayılan Aydın Doğan, CNN TÜRK ün kuruluşunda bana görev verdi ve POSTA gazetesinde başyazı yazmaya başladım.

Doğan Grubuyla yeniden buluşmak hoştu. CNN TÜRKte geçen yıllarım da çok güzeldi. MANŞET adlı günlük siyasi bir talk show yaptım. Program çok başarılı oldu. 2005te de, Kanal D Ana Haber Bülteninin Genel Yayın Yönetmeni ve bültenin Anchoru oldum. Hiç bilmediğim bir alandı, ancak işin içinden sanırım yüzümün akıyla çıktım.

2009un Ocak ayında, CNN TÜRK yeniden hayatıma girdi. Türkiyede ilk defa uygulanan bir proje için kolları sıvadım. Hem CNN TÜRKün, hem de Kanal Dnin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendim. Ortak bir haber merkezi oluşturduk.

Bu satırları yazana kadar da işin başında olduğuma göre, demek ki hala başarılıyım, demektir.

Bütün bu yaşam sırasında yüzlerce konferansa katılıp konuşmalar yaptım, ödüller aldım. Ancak hiçbiri, Avrupa Konseyinin Yılın Gazetecisi (1987) , TÜYAP kitap fuarının Yılın Yazarı (1976), Lion klüplerinin Melvin Jones Fellow ödülü ve Fransızları Şövalye nişanı (1993) kadar beni tatmin etmedi.
 

İsim Soyisim :
E-Mail :

Bu habere ilk yorumu siz yapın.